set

US /set/
UK /set/
"set" picture
1.

koymak, yerleştirmek

put, lay, or stand (something) in a specified place or position

:
•
She set the book on the table.
Kitabı masaya koydu.
•
He set the vase carefully on the shelf.
Vazoyu dikkatlice rafa yerleştirdi.
:
placeputpositionlaystand
2.

kurmak, hazırlamak

prepare (a table) for a meal

:
•
Please set the table for dinner.
Lütfen akşam yemeği için masayı kurun.
•
She quickly set the table before the guests arrived.
Misafirler gelmeden önce masayı hızla kurdu.
:
preparearrangelay
3.

ayarlamak, kurmak

adjust (a device) to a desired reading or position

:
•
He set the alarm for 6 AM.
Alarmı sabah 6'ya kurdu.
•
Can you help me set up this new printer?
Bu yeni yazıcıyı kurmama yardım edebilir misin?
:
adjustregulatecalibrateconfigure
4.

batmak

(of the sun, moon, or a planet) appear to move towards and below the horizon

:
•
The sun began to set behind the mountains.
Güneş dağların arkasında batmaya başladı.
•
We watched the beautiful sunset as the sky turned orange and pink.
Gökyüzü turuncu ve pembe renge bürünürken güzel gün batımını izledik.
:
descendgo downsink
1.

takım, set

a group of similar things that belong together or are considered as a unit

:
•
She bought a new set of dishes.
Yeni bir yemek takımı aldı.
•
The band played a set of their greatest hits.
Grup, en büyük hitlerinden oluşan bir set çaldı.
:
collectiongroupseriesassortmentsuite
2.

duruş, şekil

the way in which something is placed or arranged

:
•
The set of the jaw indicated determination.
Çenenin duruşu kararlılığı gösteriyordu.
•
The permanent set of her hair was perfect.
Saçının kalıcı şekli mükemmeldi.
:
arrangementpositionconfigurationformation
1.

belirlenmiş, sabit

fixed or established

:
•
The rules are set and cannot be changed.
Kurallar belirlenmiştir ve değiştirilemez.
•
He has a set routine every morning.
Her sabah belirli bir rutini var.
:
fixedestablishedpredeterminedarrangedregular
:
settingset-toset onset inset upset the tableset out