fine

US /faɪn/
UK /faɪn/
"fine" picture
1.

güzel, iyi, ince

of high quality

:
This is a fine example of ancient pottery.
Bu, antik çömlekçiliğin güzel bir örneğidir.
She has a fine collection of rare books.
Nadir kitaplardan oluşan güzel bir koleksiyonu var.
2.

iyi, sağlıklı

in good health or spirits

:
How are you? I'm fine, thank you.
Nasılsın? Ben iyiyim, teşekkür ederim.
She's feeling much fine after her recovery.
İyileştikten sonra kendini çok iyi hissediyor.
3.

ince, narin

thin or narrow

:
The artist used a brush with very fine bristles.
Sanatçı çok ince kıllı bir fırça kullandı.
She has very fine hair.
Çok ince saçları var.
1.

para cezası, ceza

a sum of money exacted as a penalty by a court of law or other authority

:
He had to pay a fine for speeding.
Hız yaptığı için para cezası ödemek zorunda kaldı.
The company received a heavy fine for environmental violations.
Şirket, çevre ihlalleri nedeniyle ağır bir para cezası aldı.
1.

para cezası vermek, cezalandırmak

to punish (someone) by making them pay a sum of money as a penalty

:
The judge decided to fine him for contempt of court.
Yargıç, mahkemeye itaatsizlikten onu para cezasına çarptırmaya karar verdi.
Drivers who park illegally will be fined.
Yasa dışı park eden sürücüler para cezasına çarptırılacak.
1.

iyi, gayet iyi

in a satisfactory or acceptable manner

:
The machine is running fine now.
Makine şimdi iyi çalışıyor.
Everything went fine during the presentation.
Sunum sırasında her şey iyi gitti.