sober
US /ˈsoʊ.bɚ/
UK /ˈsoʊ.bɚ/
1.
ayık, sarhoş olmayan
not affected by alcohol; not drunk.
:
•
He was completely sober after the party.
Partiden sonra tamamen ayıktı.
•
She drove home, feeling perfectly sober.
Kendini tamamen ayık hissederek eve sürdü.
2.
ciddi, ağırbaşlı, sakin
serious, sensible, and solemn.
:
•
His expression was sober as he delivered the bad news.
Kötü haberi verirken ifadesi ciddiydi.
•
The judge maintained a sober demeanor throughout the trial.
Yargıç, duruşma boyunca ciddi bir tavır sergiledi.
3.
sade, gösterişsiz, pastel
plain and not brightly colored.
:
•
He wore a sober gray suit to the funeral.
Cenazeye sade gri bir takım elbise giydi.
•
The room was decorated in sober tones of blue and white.
Oda, mavi ve beyazın sade tonlarında dekore edilmişti.
1.
ayılmak, ayıltmak
make or become sober after drinking alcohol.
:
•
He needed time to sober up before driving.
Araba sürmeden önce ayılması için zamana ihtiyacı vardı.
•
The cold shower helped him sober up quickly.
Soğuk duş çabucak ayılmasına yardımcı oldu.
2.
ciddileştirmek, sakinleştirmek
make or become more serious, sensible, or solemn.
:
•
The news of the accident helped to sober the mood of the party.
Kaza haberi partinin havasını ciddileştirmeye yardımcı oldu.
•
His words sobered her, making her realize the gravity of the situation.
Sözleri onu ciddileştirdi, durumun ciddiyetini anlamasını sağladı.