tickle

US /ˈtɪk.əl/
UK /ˈtɪk.əl/
"tickle" picture
1.

gıdıklamak

lightly touch or stroke (a person or part of the body) in a way that causes a slight tingling sensation or makes the recipient laugh

:
She tried to tickle her baby's feet.
Bebeğinin ayaklarını gıdıklamaya çalıştı.
The feather tickled my nose.
Tüy burnumu gıdıkladı.
2.

eğlendirmek, hoşuna gitmek, cezbetmek

amuse or please (someone)

:
That joke really tickled me.
O şaka beni gerçekten eğlendirdi.
It tickles my fancy to imagine a world without gravity.
Yerçekimsiz bir dünya hayal etmek beni cezbediyor.
1.

gıdıklanma, kaşıntı

a tingling or itching sensation

:
I felt a slight tickle in my throat.
Boğazımda hafif bir gıdıklanma hissettim.
The soft brush gave me a pleasant tickle.
Yumuşak fırça bana hoş bir gıdıklanma verdi.