stick

US /stɪk/
UK /stɪk/
"stick" picture
1.

çubuk, sopa

a thin piece of wood or other material

:
•
He picked up a stick from the ground.
Yerden bir çubuk aldı.
•
The dog loves to chase the stick.
Köpek çubuğu kovalamayı sever.
:
rodpolebranchtwig
2.

çubuk, sopa

a long, thin piece of something, typically used for a specific purpose

:
•
She used a measuring stick to check the height.
Yüksekliği kontrol etmek için bir ölçüm çubuğu kullandı.
•
He stirred the paint with a mixing stick.
Boyayı bir karıştırma çubuğuyla karıştırdı.
:
rodbarshaft
1.

yapıştırmak, yapışmak

to attach something to something else using glue, tape, or another adhesive substance

:
•
Please stick the label on the package.
Lütfen etiketi pakete yapıştırın.
•
The stamp won't stick to the envelope.
Pul zarfa yapışmıyor.
:
adherefastenglueattach
2.

batırmak, saplamak

to push a sharp or pointed object into or through something

:
•
He accidentally stuck his finger with a needle.
Yanlışlıkla parmağını iğneyle batırdı.
•
She stuck the knife into the cake.
Bıçağı pastaya sapladı.
:
piercejabthrust
3.

sıkışmak, takılmak

to become fixed or unable to move

:
•
The door stuck and wouldn't open.
Kapı sıkıştı ve açılmadı.
•
My car got stuck in the mud.
Arabam çamura saplandı.
:
jamlodgecatchsnag
4.

dayanmak, tahammül etmek

to tolerate or endure something unpleasant

:
•
I can't stick this noise any longer.
Bu gürültüye daha fazla dayanamam.
•
He had to stick with the difficult task.
Zorlu göreve devam etmek zorunda kaldı.
:
tolerateendurebearput up with
:
stick withstick tostick atstick byfish stickstick aroundsticking point