pose

US /poʊz/
UK /poʊz/
"pose" picture
1.

teşkil etmek, oluşturmak

present a problem, danger, or difficulty

:
•
The new regulations pose a challenge for small businesses.
Yeni düzenlemeler küçük işletmeler için bir zorluk teşkil ediyor.
•
His actions could pose a threat to national security.
Eylemleri ulusal güvenliğe bir tehdit oluşturabilir.
:
presentconstituteformcreatecause
2.

poz vermek, duruş sergilemek

assume a particular position for a photograph, painting, or sculpture

:
•
The model was asked to pose for the artist.
Modele sanatçı için poz vermesi istendi.
•
She likes to pose for selfies.
Selfie çekmek için poz vermeyi sever.
:
modelsitstandpositionposture
3.

sormak, yöneltmek

put (a question or matter) to someone for consideration

:
•
He decided to pose the question to the committee.
Soruyu komiteye sormaya karar verdi.
•
The lawyer will pose several questions to the witness.
Avukat tanığa birkaç soru yöneltecek.
:
askputsubmitproposeraise
1.

poz, duruş

a particular way of standing or sitting adopted by someone for a photograph, painting, or sculpture

:
•
The photographer asked her to hold her pose.
Fotoğrafçı ondan pozunu korumasını istedi.
•
He struck a dramatic pose for the camera.
Kamera için dramatik bir poz verdi.
:
postureattitudestanceposition
2.

poz, numara

a way of behaving adopted to impress or mislead others

:
•
His confident pose hid his inner nervousness.
Kendine güvenli duruşu içsel gerginliğini gizliyordu.
•
It was all just a pose to get attention.
Hepsi dikkat çekmek için bir pozdu.
:
pretenseaffectationfacadeshowact