bail
US /beɪl/
UK /beɪl/
1.
kefalet
the temporary release of an accused person awaiting trial, sometimes on condition that a sum of money is lodged to guarantee their appearance in court
:
•
He was released on bail after paying a large sum.
Büyük bir miktar ödedikten sonra kefaletle serbest bırakıldı.
•
The judge set bail at $10,000.
Yargıç kefaleti 10.000 dolar olarak belirledi.
2.
kova, sintine pompası
a bucket used to scoop water out of a boat
:
•
The sailor used a small bail to empty the water from the dinghy.
Denizci, dingiden suyu boşaltmak için küçük bir kova kullandı.
•
Make sure you have a bail on board in case of leaks.
Sızıntı durumunda teknede bir kova bulunduğundan emin olun.
1.
kefaletle serbest bırakmak
to release an accused person on payment of bail
:
•
The court decided to bail him out.
Mahkeme onu kefaletle serbest bırakmaya karar verdi.
•
His family is trying to bail him out of jail.
Ailesi onu hapisten kefaletle çıkarmaya çalışıyor.
2.
suyu boşaltmak, sintineyi boşaltmak
to scoop water out of a boat or other vessel
:
•
We had to constantly bail water from the leaky boat.
Sızdıran tekneden sürekli su boşaltmak zorunda kaldık.
•
The crew worked hard to bail out the flooded compartment.
Mürettebat, su basmış bölmeyi boşaltmak için çok çalıştı.