stress
US /stres/
UK /stres/
1.
stres, gerginlik
a state of mental or emotional strain or tension resulting from adverse or demanding circumstances
:
•
She's been under a lot of stress lately.
Son zamanlarda çok stres altında.
•
Work-related stress can lead to health problems.
İşle ilgili stres sağlık sorunlarına yol açabilir.
2.
vurgu, tonlama
emphasis given to a particular syllable or word in speech, typically through a higher pitch or greater intensity
:
•
The stress is on the first syllable of 'present' (noun).
'present' (isim) kelimesinin ilk hecesinde vurgu var.
•
He put particular stress on the word 'never'.
'Asla' kelimesine özel bir vurgu yaptı.
1.
vurgulamak, altını çizmek
give particular emphasis or importance to (a point, statement, or idea)
:
•
The report stresses the need for immediate action.
Rapor, acil eylem ihtiyacını vurguluyor.
•
He stressed that safety was their top priority.
Güvenliğin en önemli öncelikleri olduğunu vurguladı.
2.
stres yapmak, gerginleştirmek
subject to mental or emotional strain
:
•
Don't stress yourself out over small things.
Küçük şeyler yüzünden kendini stres yapma.
•
The constant demands began to stress him.
Sürekli talepler onu stres yapmaya başladı.