tan

US /tæn/
UK /tæn/
"tan" picture
1.

ten rengi, açık kahverengi

a yellowish-brown color

:
•
The walls were painted a light tan.
Duvarlar açık ten rengine boyanmıştı.
•
She wore a dress in a beautiful shade of tan.
Güzel bir ten rengi elbise giymişti.
:
beigefawnbuffkhaki
2.

bronzluk, güneş yanığı

a brownish discoloration of the skin caused by exposure to the sun

:
•
She got a nice tan on her vacation.
Tatilinde güzel bir bronzluk elde etti.
•
He tried to get an even tan all over his body.
Vücudunun her yerinde eşit bir bronzluk elde etmeye çalıştı.
:
suntanbronze
1.

bronzlaşmak, bronzlaştırmak

to make or become brown by exposure to the sun

:
•
She likes to tan on the beach every summer.
Her yaz sahilde bronzlaşmayı sever.
•
The sun quickly tanned his skin.
Güneş cildini hızla bronzlaştırdı.
:
sunbathebronze
2.

tabaklamak, deri işlemek

to convert animal hide into leather by steeping in a solution of tannin or by treating with other chemicals

:
•
The factory used traditional methods to tan the animal skins.
Fabrika, hayvan derilerini tabaklamak için geleneksel yöntemler kullandı.
•
It takes a long process to properly tan leather.
Deri doğru bir şekilde tabaklamak uzun bir süreç gerektirir.
:
cureprocessdress
1.

ten rengi, açık kahverengi

having a yellowish-brown color

:
•
He wore a tan suit to the wedding.
Düğüne ten rengi bir takım elbise giydi.
•
The old leather bag had a beautiful, worn tan finish.
Eski deri çanta güzel, yıpranmış bir ten rengi yüzeye sahipti.
:
beigefawnbuffkhaki
:
tannedtanning