suit
US /suːt/
UK /suːt/
1.
takım elbise, kostüm
a set of outer clothes made of the same fabric and designed to be worn together, typically consisting of a jacket and trousers or a skirt
:
•
He wore a dark blue suit to the interview.
Mülakata koyu mavi bir takım elbise giydi.
•
She bought a new business suit for work.
İş için yeni bir iş takım elbisesi aldı.
2.
dava, hukuk davası
a lawsuit; a case brought before a court of law
:
•
The company faced a class-action suit.
Şirket toplu bir dava ile karşı karşıya kaldı.
•
He filed a suit against his former employer.
Eski işverenine karşı bir dava açtı.
3.
renk, iskambil kartı
any of the four sets of 13 cards in a pack of playing cards (spades, hearts, diamonds, and clubs)
:
•
He had a strong hand with three aces and a full suit of hearts.
Üç as ve tam bir kupa rengi ile güçlü bir eli vardı.
•
Which suit do you want to lead with?
Hangi renkle başlamak istersin?
1.
uymak, yakışmak
be convenient for or acceptable to
:
•
Does 9 AM suit you for the meeting?
Sabah 9 toplantı için size uygun mu?
•
Whatever you decide will suit me fine.
Ne karar verirsen ver, bana uyar.
2.
yakışmak, uymak
enhance the appearance or qualities of (something or someone); be appropriate for
:
•
That color really suits you.
O renk sana gerçekten yakışıyor.
•
The new hairstyle doesn't quite suit her.
Yeni saç modeli ona pek yakışmıyor.