foreground
US /ˈfɔːr.ɡraʊnd/
UK /ˈfɔːr.ɡraʊnd/
1.
ön plan
the part of a view that is nearest to the observer, especially in a picture or photograph
:
•
In the foreground of the painting, there's a small cottage.
Resmin ön planında küçük bir kulübe var.
•
The photographer blurred the background to keep the subject in the foreground sharp.
Fotoğrafçı, konuyu ön planda keskin tutmak için arka planı bulanıklaştırdı.
2.
ön plan, önemli konum
a prominent or important position
:
•
The issue of climate change has been brought to the foreground.
İklim değişikliği konusu ön plana çıkarıldı.
•
His new book brings the struggles of immigrants to the foreground.
Yeni kitabı göçmenlerin mücadelelerini ön plana çıkarıyor.
1.
ön plana çıkarmak, vurgulamak
to make (something) the most important or noticeable feature
:
•
The director chose to foreground the emotional struggles of the characters.
Yönetmen, karakterlerin duygusal mücadelelerini ön plana çıkarmayı seçti.
•
The report foregrounds the need for immediate action on poverty.
Rapor, yoksullukla ilgili acil eylem ihtiyacını ön plana çıkarıyor.