wrinkle
US /ˈrɪŋ.kəl/
UK /ˈrɪŋ.kəl/
1.
kırışıklık, buruşukluk
a slight line or fold in something, especially fabric or the skin
:
•
She smoothed out the wrinkles in her dress.
Elbisesindeki kırışıklıkları düzeltti.
•
He had deep wrinkles around his eyes from years of smiling.
Yıllarca gülümsemekten gözlerinin etrafında derin kırışıklıklar vardı.
2.
pürüz, zorluk
a problem, difficulty, or complication
:
•
The new proposal has a few wrinkles that need to be ironed out.
Yeni teklifte çözülmesi gereken birkaç pürüz var.
•
We hit a small wrinkle in the plan, but we'll overcome it.
Planda küçük bir aksaklık yaşadık ama üstesinden geleceğiz.
1.
kırıştırmak, buruşturmak
to make or cause to make lines or folds in something, especially fabric or the skin
:
•
The old map was so delicate that it would wrinkle if you touched it too much.
Eski harita o kadar narin ki, çok dokunursan kırışır.
•
Worry can wrinkle your brow.
Endişe kaşlarını çatabilir.