upper
US /ˈʌp.ɚ/
UK /ˈʌp.ɚ/
1.
üst, yukarı
situated above another part
:
•
The upper deck of the ship offered a great view.
Geminin üst güvertesi harika bir manzara sunuyordu.
•
He lives on the upper floor of the building.
Binanın üst katında yaşıyor.
2.
üst, yüksek
higher in position or status
:
•
The company's upper management made the final decision.
Şirketin üst yönetimi son kararı verdi.
•
He aspired to join the upper echelons of society.
Toplumun üst kademelerine katılmayı arzuluyordu.
1.
ayakkabı üstü
the part of a shoe or boot above the sole
:
•
The leather upper of the shoe was scuffed.
Ayakkabının deri üst kısmı çizilmişti.
•
He cleaned the canvas uppers of his sneakers.
Spor ayakkabılarının kanvas üst kısımlarını temizledi.