trunk

US /trʌŋk/
UK /trʌŋk/
"trunk" picture
1.

gövde

the main woody stem of a tree as distinct from its branches and roots

:
•
The elephant rubbed its back against the rough trunk of the tree.
Fil sırtını ağacın pürüzlü gövdesine sürttü.
•
The old oak tree had a massive trunk.
Yaşlı meşe ağacının devasa bir gövdesi vardı.
:
stembole
2.

hortum

the elongated, prehensile nose of an elephant

:
•
The elephant used its trunk to spray water over itself.
Fil, hortumunu kullanarak üzerine su püskürttü.
•
An elephant's trunk is incredibly strong and versatile.
Bir filin hortumu inanılmaz derecede güçlü ve çok yönlüdür.
:
proboscis
3.

sandık, bavul

a large, strong box or case for storing or transporting clothes and other articles

:
•
She packed her old clothes into a large wooden trunk.
Eski kıyafetlerini büyük bir ahşap sandığa doldurdu.
•
The old pirate's trunk was filled with gold coins.
Yaşlı korsanın sandığı altın paralarla doluydu.
:
chestcaseboxcoffer
4.

bagaj

the enclosed luggage compartment of a car, usually at the rear

:
•
Please put the groceries in the car's trunk.
Lütfen market alışverişini arabanın bagajına koyun.
•
He opened the trunk to get his spare tire.
Yedek lastiğini almak için bagajı açtı.
:
boot
5.

gövde

the main part of the human body apart from the head, limbs, and tail

:
•
The gymnast twisted her trunk with incredible flexibility.
Jimnastikçi gövdesini inanılmaz bir esneklikle büktü.
•
The human trunk contains vital organs.
İnsan gövdesi hayati organları içerir.
:
torsobody
:
swimming trunks