chestnut
US /ˈtʃes.nʌt/
UK /ˈtʃes.nʌt/
1.
kestane
a glossy brown nut that is edible after roasting or boiling, growing in a prickly case on a chestnut tree
:
•
Roasted chestnuts are a popular snack in winter.
Kavrulmuş kestane kışın popüler bir atıştırmalıktır.
•
The squirrel buried a chestnut for later.
Sincap daha sonrası için bir kestane gömdü.
2.
kestane ağacı
a tree that produces chestnuts
:
•
We sat under the shade of a large chestnut.
Büyük bir kestane ağacının gölgesinde oturduk.
•
The park is lined with beautiful chestnut trees.
Park, güzel kestane ağaçlarıyla çevrilidir.
3.
kestane rengi
a reddish-brown color
:
•
Her hair was a rich chestnut color.
Saçları zengin bir kestane rengindeydi.
•
The antique table was made of wood with a deep chestnut hue.
Antika masa, derin bir kestane tonuna sahip ahşaptan yapılmıştı.
4.
eski fıkra, bayat espri
a stale joke or story
:
•
He always tells the same old chestnuts at parties.
Partilerde hep aynı eski fıkraları anlatır.
•
That joke is a real chestnut; I've heard it a hundred times.
O şaka tam bir eski püskü; yüz kere duydum.
1.
kestane rengi
of a reddish-brown color
:
•
She had beautiful long chestnut hair.
Güzel, uzun kestane rengi saçları vardı.
•
The horse had a shiny chestnut coat.
Atın parlak kestane rengi bir kürkü vardı.