yoke
US /joʊk/
UK /joʊk/
1.
boyunduruk
a wooden crosspiece that is fastened over the necks of two animals and attached to the plow or cart that they are to pull
:
•
The farmer put the yoke on the oxen.
Çiftçi öküzlere boyunduruk taktı.
•
Two strong horses were harnessed to the cart with a heavy yoke.
İki güçlü at, ağır bir boyundurukla arabaya koşulmuştu.
2.
boyunduruk
a device for joining a pair of draft animals, especially oxen, at the head or neck, for working together
:
•
The farmer carefully adjusted the yoke on the pair of oxen.
Çiftçi, öküz çiftinin boyunduruğunu dikkatlice ayarladı.
•
The ancient Egyptians used a simple yoke for their plows.
Eski Mısırlılar sabanları için basit bir boyunduruk kullandılar.
3.
bağ, ilişki
something that connects or joins together
:
•
The strong family bonds formed a powerful yoke.
Güçlü aile bağları güçlü bir bağ oluşturdu.
•
The shared experience created a unique yoke between them.
Paylaşılan deneyim aralarında eşsiz bir bağ oluşturdu.
4.
boyunduruk, yük, zulüm
a burden or something that oppresses
:
•
They lived under the yoke of tyranny for decades.
Onlarca yıl tiranlığın boyunduruğu altında yaşadılar.
•
The people sought to cast off the yoke of foreign rule.
Halk, yabancı yönetimin boyunduruğunu atmaya çalıştı.
1.